31 Aralık 2011 Cumartesi

Bir Verd-i Rana

Hamamîzâde Ismail Dede Efendi



Bir verd-i rânâ ettim temâşâ
Dil sende hala ah dilsitanım
Kışmıri dilber, şirin-u esmer
Keysusu anber, ah dilsitanım
...

Makam: Ferahfeza
Solist: Mustafa Doğan Dikmen

21 Aralık 2011 Çarşamba

Kimya-yı Saadet: Kalp Alemi


Kalb âleminin insanı şaşkına çeviren sonsuz halleri vardır. Zaten kalbin üstünlüğü, şaşılacak hallerinin herşeyinkinden çok fazla olmasından ileri gelir. Birçok insanın bu hallerden haberleri yoktur. Kalb iki sebeple üstündür: Birinci ilim, ikincisi kudret. İlim sebebiyle üstünlük iki kısımdır. Birini herkes bilir. İkincisini ise biraz daha örtülü olduğu için herkes bilmez ve birincisine göre daha üstündür. Birincisi zahiridir. Bütün ilim ve sanatları bilir. Kitaplarda olan matematik, astronomi ve şeriat gibi bilgileri okur ve öğrenir. O, bölünmeyen bir şey olup bütün ilimleri kendisinde bulundurur. Bütün âlem onda sahrada bir kum gibi kalır. Bir anda düşünce ve hareketleriyle yerden göğe çıkar, doğudan batıya gider. Yeryüzünden göğü ölçer, yıldızların büyüklüğünü bilir. Denizin dibinden balığı anlayıp çıkarır, kuşu vurup havadan indirir. Fil, at ve deve gibi birçok güçlü hayvanı emrinde çalıştırır. Bütün bu ilimleri beş duyu organı vasıtasıyla öğrenir. Bunlar meydandadır, herkes anlayabilir. Asıl şaşılması gereken durum kalbin içinde, bey duyu organı vasıtasıyla varlığını bildiğimiz bir cisim âlemi olduğu gibi bir de duygu organları ile hissolunamayan ruh âlemine bir pencerenin açılmış olmasıdır. Cisim ve madde âlemini insanların çoğu bilir. Zaten bu kısaltılmış ve sınırlıdır.


Kalbin içinde ruh âlemine açık bir pencerenin bulunduğunu gösteren delil iki çeşit ilmin mevcut olmasıdır: Birincisi uyku halidir. Uykuda iken duyu organları bir iş göremezken, içerdeki pencere açılır. Ruh âleminde ve Levh-i mahfuzda saklı olan, ilerde olacak şeyleri ya açıkça, hiçbir tabire lüzum kalmadan veya bir tabire ihtiyaç olacak şekilde bilir ve görür. İnsanlar zannederler ki uyanıkken herşey daha iyi bilinir. Halbuki herkes bilir ki uyanıkken duyu organları vasıtasıyla gaybı bilmek imkansızdır. Ancak uyurken olabilir. Uyku ve rüyanın gerçeğini ise bu kitapta anlatmamıza imkan yoktur.

Kalb ile Levh-i Mahfuz karşılıklı konmuş birer ayna gibidir. Karşılıklı konulan iki aynada birisindeki görüntü diğerine nasıl aksediyorsa, Levh-i mahfuzdaki görüntü de kalbe öyle yansır. Ancak bunun için kalbin saf olması, duygularından kurtulması ve Levh-i mahfuzla ilişki kurması gerekir.Kalb hislerle uğraştığı sürece, ruh âlemiyle iliş ki kuramaz.
(İmam-ı Gazali)

17 Aralık 2011 Cumartesi

Rindanelikle Neyi Kastediyor Her Kendisini Zahit Sanan?

"Ne gelirse Haktandır, şinanay yavrum şinanay nay" kastediliyor sanırım.


Halk hayatında izdüşümü ve nüktesi olmayan bir duruşun entellektüel hayatta gölgesi dahi okunmaz.

Zahit gölge olduğunu düşünmeyebilse, gölgesiz kalsa bile, rind halk olana gölge olduğunu bilir.

Halksız hakikat olduğunu düşünen insan uçukça uçar, rind halkın hayatta ve hayatla incelttiği üzerinde oynadığında, çalıştığında aklı başında ve kalbi göğüs kafesinde atarak hakikaten kanatlanır.

Kalp kafeste, akıl tastadır. Rind uçmayı sonsuzluk yaşantısı görür, kafesten çıkamadığını bile bile ve inkâr etmeden.

Rindi teneke kafese kapatmışlar, yine: "Evimdeyim!" demiş.

Zahit uyarur, rind hakikatten vazgeçemeyen uyurgezerdir.

Uyuyamayan, kendisine karşı uyanıksa rindin de zahididir.

http://mesneviyiokumak.blogspot.com/2011/12/rindanelikle-neyi-kastediyor-her.html

14 Aralık 2011 Çarşamba

Zülf Ber-bad...


Zülf Ber- Bad

Saçlarını rüzgarda savurma, beni berbad etme
Naz edip de varlığımı kökünden sökme

Şehre şöhret olma, beni divane edip dağlara düşürme
Şirin işvelerini gösterip beni Ferhat’a çevirme

Ellerle mey içme, ciğerim delip meyden kızıl kanatma
Yüzün benden çevirme, feryadımı göklere yükseltme

Zülfün döküp beni mahvetme, lülelerine mahkum etme
Çehreni o kadar güzelleştirip de beni berbad etme

Güller açsın yanağında, vazgeçeyim gülden
Boyunu göster de geçeyim servinin seyrinden

Dostken el olup beni kendimden geçirme
Ağyarın gamıyla gamlanıp beni kederlendirme

Zülfün döküp beni mahvetme, lülelerine mahkum etme
Çehreni o kadar güzelleştirip de beni berbad etme

Saçlarını rüzgarda savurma, beni berbad etme
Naz edip de varlığımı kökünden sökme.

(Hafız-i Şirazi Divanı; 316. Gazel)


Orjinali (Transkripte edilmiş)

Zolf bar bad medih ta nedehi berbadem
Naz bünyad mekon ta nekeni bünyadem

Mey mehor ba hame kes ta nehorem huni ciger
Ser mekeş ta nekeşed ser be felek feryadem

Zolf ra haelkı mekon ta nekoni der bendem
Turera tab made ta nadehi ber badem

Yari bigane meşu ta niberi ez hişem
Gam agyar mehor ta nekoni naşadem

Ruh ber efruz ke farğ keni ez bergü golem
Gaed ber efruz ke ez serv koni azadem

Şem'i her cem meşu verne besuzi mara
Yad e her kavm mekon ta nerevi ez yadem

Şuhreyi şehr meşo ta nenehem ser de kuh
Şure Şirin menoma ta nekoni Ferhadem

Rahm kon ber meni meskin o be feryadem res
Ta be ha ke dare asf naresad feryadem

Hafez ez curi tu haşa ki begardaned ruy
Men ez an ruz ki der bend to em azadem. 

                          Hafız-316. Gazel

8 Aralık 2011 Perşembe

Tebiri terkeyle takdir Hudâ'nındır


1 Tedbîrini terkeyle takdir Hudâ'nındır
Sen yoksun o benlikler hep vehm ü gümânındır
Birden bire bul aşkı bu tuhfe bulanındır
Devrân olalı devran erbâb-ı safânındır
Âşıkta keder neyler gam halk-ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz pîr-i mugânındır

2 Meyhâneyi seyrettim uşşâka matâf olmuş
Teklif ü tekellüften sükkânı muâf olmuş
Bir neş'e gelip meclis bî-havf u hilâf olmuş
Gam sohbeti yâd olmaz meşrebleri sâf olmuş
Âşıkta keder neyler gam halk-ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz pîr-i mugânındır

3 Ey dil sen o dildâra lâyık mı değilsin ya
Da'vâ-yı mahabette sâdık mı değilsin ya
Özrü nedir Azrâ'nın Vâmık mı değilsin ya
Bu gam ne gezer sende âşık mı değilsin ya
Âşıkta keder neyler gam halk-ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz pîr-i mugânındır

4 Mahzûn idi bir gün dil meyhâne i ma'nâda
İnkâra döşenmiştim efkâr düşüp yâde
Bir pîr gelüp nâgâh pend etti alel-âde
Al destine bir bâde derd ü gamı ver bâde
Âşıkta keder neyler gam halk-ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz pîr-i mugânındır

5 Bir bâde çek efzûn kap mecliste zeber-dest ol
Atma ayağın taşra meyhânede pâ- best ol
Alçağa akar sular pây-ı huma düş mest ol
Pür-cûş olayım dersen Gâlib gibi ser-mest ol
Âşıkta keder neyler gam halk-ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz pîr-i mugânındır

Seyh Galib




6 Aralık 2011 Salı

Ah Yine Neş’e-i Muhabbet



Makam  : Hicâz
Usul      : Yörük Semai
Bestekâr: Hammâmi-zâde İsmail Dede Efendi
Güftekâr: Bilinmiyor


SÖZLER
Yine neş'e-i muhabbet dil ü cânım etti şeydâ
Yine bezm-i ayş ü vuslat edip ehl-i aşkı ihyâ
Amân ey gül-i nihâlim beni eyle valsa şâyân
Sana cân ü dil fedâdır gönül andelib-i gûyâ

(Âh) O güzel başın için, o hilâl kaşın için
Gel gel âşık-ı nâlân, gel gel dil sana hayrân
Tenni tenni tennenni tennen
Gel gel kaşı kemânım, gel gel dilde nihânım.

30 Kasım 2011 Çarşamba

Yine Zevrak-ı Derunum Kırılıp Kenare Düştü

Yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenâre düştü
Dayanır mı şîşedir bu reh-i seng-sâre düştü

O zamân ki bezm-i cânda bölüşüldü kâle-i kâm
Bize hisse-i mahabbet dil-i pâre pâre düştü

Gehî zîr-i serde desti geh ayağı koltuğunda
Düşe kalka haste-i gam der-i lûtf-ı yâre düştü

Erişip bahâra bülbül yenilendi sohbet-i gül
Yine nevbet-i tahammül dil-i bî-karâre düştü

Meh-i burc-ı ârızında gönül oldu hâle mâ`il
Bana kendi tâli`imden bu siyeh sitâre düştü

Süzülüp o çeşm-i âhû dedi zevk-i vasla yâ hû
Bu değildi niyyetim bu yolum intizâre düştü

Reh-i Mevlevîde Gâlib bu sıfatla kaldı hayrân
Kimi terk-i nâm u şâne kimi it`ibare düştü

Şeyh Galib



1. Gene gönlümün gemisi parçalanıp kıyıya düştü. Bu gönül sırçadandır; taşlık bir yola düştü; dayanması kabil mi? (Gönül, sevgi denizinde dolaşırken taşlık bir yer olan ayrılık kıyısına düşüp parçalanan sırçadan bir gemiye benzetiliyor. Kırılıp yani parçalnıp kıyıya düşmesi aşkın ıztırapları yüzündedir. Zevrak, kayık demektir. Eskiden küçük zemzem şişelerine bu ad verilirdi. Bunlar çabuk kırılan camdan yapılırdı. Şair, burada gönlü bu pul şişe denen şişeye bentiyordu.)

2. Can meclisinde dilek kumaşları bölüşüldüğü zaman sevgi payı olarak bize bu parça parça olmuş bir gönül. düştü.

3. Gam hastası bazen eli (testisi) başının altında bazan da ayağı (kadehi) koltuğunda olduğu halde düşe - kalka sevgilinin lütûf kapısına gelip yıkıldı.

4. Bülbül bahara erişti ve gül sohbeti yenilendi; fakat tahammül nöbeti, sırası gene kararsız gönüle düştü.

5. Gönül, sevgilinin ayı andıran yanağının burcundaki (yıldız kümesindeki) beni sevdi; ona meyletti; bana kendi tâliimden bu kara yıldız düştü.

6. Sevgilinin o ceylan gözleri süzülerek kavuşma zevkine Ya Hû dedi. Ne yapayım? böyle olmamamlıydı; beklediğim bu değildi. Artık yolum bekleyişe düştü. " Yolum artık bekleme yoludur"

7. Galib, Mevlânâ'nın yolunda bu sıfatla yani Mevlevî olarak hayran kaldı. Halbuki, kimisi adını ve şânını terk etmek kaydına düştü; kimisi de itibar yoluna düştü.

14 Kasım 2011 Pazartesi

1090. Varlık âleminde asıl yaşayış, duyuş aşktır.


Mef'ûlü, Mefâ'îlü, Mefâ'îlü, Fe'ûlün


(c. V. 2265)


• Bugün dostla buluşma rüzgârı, mutlu olma rüzgârı esmededir. Bugün sevgi, verdiği sözde, ahdinde durmuş, vefâ göstermededir.


• Rakip gitmiş, artık sevgilinin yanında yok. Sevgili, düşmanın zahmetini çekmeden, âşıkların yalvarışlarını, yakarışlarını duymadadır.

• Ey gönül! Sana sevgili ile buluşma müjdesi, onunla birlikte şarap içme müjdesi veriyorum. Zaman senden neler aldı gitti ise, onların hepsini sana geri verecek.

• Şükürler olsun, düşman def' oldu gitti. Biz de şarap kadehi ile arkadaşız. Bizim neşeden yanaklarımız kırmızı; rakipse kör olmuş, yaslara girmiş.

• Ey sevgi! Ne mutlu sana, buluşma lûtfunda bulunarak kendini gösterdin. Senin canına canlar fedâ olsun. Zâten asıl cömertlik mal ile değil, can ile olur.

• Sevgili, haset edenlerin gönülleri hoş olsun diye, bize cefâ etti. Ama bugün onunla başbaşa kaldık da, o bizi methetmeğe başladı.

• O, öyle bir ay yüzlüdür ki; onun nûru, güneşin ışığından üstündür. Bugün onu gören kişi, güneşi kararmış görür.

• Bugün o, ay gibi olan yüzünden örtüyü kaldırdı. Onun nûru, güneşten de, aydan da, Zühre yıldızından da üstündür.

• Ayrılıktan ötürü ne rahat kalmıştı, ne de huzur. Bugün ise, yaşayışımız güzelleşti, tatlılaştı.


• Yeni ay, her zaman güneşten nûr alır. Bu ay ise; güneşe kendi nûrunu veriyor. Bu ay nasıl şaşılacak bir aydır.

• Ey gönül! Bu halden faydalan, Allah'a şükret! Sevgi sana şefik olmaya, acımaya başladı. Allah da seni seviyor, ne mutlu sana!

• Şu anda aşk ordusu tarafından esip gelen rüzgâr hoş bir edâ ile el attı, onun büklüm büklüm olan saçlarından bir büklümünü çözüverdi.


• Sevgi, bizim susuzluğumuzu gidermek için meclise geliyor. Kahvenin verdiği sarhoşluk ise, zaman gibi uzadıkça uzuyor, yeniden yeniye sarhoşluklar doğuruyor.


• Âşıkları rahatsız eden gam, şu anda kapının dışında kaldı. Damdan da aşağı indi.


• Bugün o, buluşma ihsân ediyor, şifâlar veriyor. Bugün ilâhî aşkla kendimizden geçtiğimiz için rükû' ediyoruz, secdelere kapanıyoruz.


• Sen bize o incelmiş kadehi gönül şifâsı olarak sun! Biz çoktan beri onun zevkinden mahrum kaldık.


• Ey insanlar! Aşka sarılın, onun çağrısına cevap verin. Ona gidin, onu bırakmayın. Çünkü, Allah aşka ölümsüzlük vermiştir.


• O uyumayan, dâimâ uyanık olan aşk, gökyüzünden, ötelerden gelen sevgi bugün gâfilleri, gönülleri uykuda olanları çağırıyor.


• Varlık âleminde asıl yaşayış, duyuş aşktır. Aşksız yaşayış, yaşayış değildir, kabuktur. ( Fuzûlî merhum; "Aşk imiş her ne varsa âlemde" demişti. Hz. Mevlâna da bir şiirinde: "Aşksız geçen ömrü, ömür sayma. Onu hiç hesaba katma."demişti. (Dîvân-ı Kebîr, 3-1129)

• Seni aşktan alıp, dünya sevgisine doğru çeken dost, iyice bil ki senin düşmanındır. O sana haset etmededir.

• Aşkta konuşma, aşktan bahsetme yoktur. Aşkı yaşamak vardır. Aşkta inlemek, gözyaşı dökmek vardır. Bu gözyaşları sana kâfidir.

• Sus, söyleme; hiç bir şey deme! Deme de aşkın ne olduğunu gözyaşı söylesin. Gönül yanmaya başlayınca öd ağacı gibi koku verir. ( Bir şairimiz ;"Sen hamûş ol, mâcerâyı, çesm-i giryân söylesin." (Sen sus baştan geçeni anlayan göz söylesin.) demişti.)


Divan-ı Kebir den Seçmeler – Şefik Can – Cilt 3



9 Kasım 2011 Çarşamba

Bir Şuh-i Sitemkâr


Bir şuh-i sitemkâr yine saldı beni derde
Koydu nitekim başımı bin türlü kederde
Ağlar gezerim her gece, her vakt-i seherde
Sevdim seveli terk edemem hayr ile şerde
Bir misl-i melek, zat-ı peri hüsn-ü beşerde


Gül bülbüle aşık mı nedir, zârını bekler
Pervane dahi yanmak için nârını bekler
Sevdalı gönül göz yorarak yarını bekler
Sevdim seveli terk edemem hayr ile şerde
Bir misl-i melek, zat-ı peri hüsn-ü beşerde

(Elazığ Türküsü)

Seslendiren: Erkan Ogur
                                  

2 Kasım 2011 Çarşamba

Ayrılık âh...

Canları hasret oduna yandırır,
Ayrılık, âh ayrılık, vâh ayrılık!
Lezzetinden âlemin usandırır,
Ayrılık, âh ayrılık, vâh ayrılık!

Görmez eyler ağlamakdan gözleri,
Hem sarartır soldurur gül yüzleri
Karanu eyler nice gündüzleri
Ayrılık, âh ayrılık, vâh ayrılık!

Ayrılık olur safâ yolunda sed
Nâr-ı hecre yakma-gıl Yâ Rab meded
Tamu odundan eşeddir eşedd;
Ayrılık, âh ayrılık, vâh ayrılık!

Yandırıp pervâneyi sûzân eden
Bülbül-i şûrîdeyi nâlân eden
Dilleri ma'mûr iken vîrân eden
Ayrılık, âh ayrılık, vâh ayrılık!


Aziz Mahmud Hüdâyî
(Divan; 11)

30 Ekim 2011 Pazar

Gülşen-i Raz


Seçmeler*

101. Aklın güneşi yok ki, aydınlığında yürüyesin!..Onun için yürü, başka bir göz ara!.

106. Zahir ehlinin iki gözü de hastadır ki zahirden de ancak tezahür edeni görür.

125. Toprağın tertemiz âlemle ne alâkası var?..İdrâk; idrâk etmekten aciz olduğunu idrâktir!..

137. Yok'luk özü itibariyle saftır;gizli hazine, ondan zahir olur.

141. Eğer bu işin özüne iyice bakarsan,hem gören O, hem göz O, hem de görünen...

145. Eğer bir damlanın yüreğini yarsan,Ondan yüzlerce saf deniz dışarı akar!..

152. Gör ki, âlemde her şey birbiriyle yoğrulmuş!..Melek şeytanda, şeytan da Melekte gizlenmiş...

153. Ağaç ve tohum gibi, her şey beraber ve her şey birbirinden!..Kâfirden Mü'min, Mü'minden de kâfir!..

263. Zâlimlik ve cahillik, nûr'un zıddıdır;ancak Nûr'un zuhur etmesini de sağlarlar.

284. Ne güzel başlangıç ki, sonun aynısıdır!..Ve ne güzel bâtın ki, zahirin tıpkısıdır!..

299. Vehmi yazıda hüviyetin "He"si, görüş zamanı, iki göze dönüşür...

301. Varlık Cennet ve imkân Cehennem: Ben ve Sen arada berzâh gibiyiz... 

*Mahmut Şebüsteri
  Kaynak:(Orjinal Eser) Muhammed Ali Horasani 1287
  Çeviren:Yahya Mustafaoğlu 1999-İstanbul

28 Ekim 2011 Cuma

Kara Sevda Dediler


Beste: Selahattin Pınar
Güfte: Vecdi Bingöl
Makam: Hüzzam
Usul: Aksak
Solist: Vedia Rıza

SÖZLER
Gözünün rengini sordum kara sevda dediler
Beni mecnun edenin ismine Leylâ dediler
Zülfüne bağlı kalan dillere şeyda dediler
Beni mecnun edenin ismine Leylâ dediler.



Dök Zülfünü Meydana Gel


Dök Zülfünü Meydana Gel ediker18

Makam: Hisâr-Bûselik
Usul: Raks Aksağı

Bestekâr: Mustafa Çavuş
Güftekâr:


Dök zülfünü meydana gel sür atını ferzane gel
Al daireni meydane gel bülbül senin gülşen senin yar yar aman aman
Aşıkınam hayli zaman dil muntazır teşrifine gel aman aman

Verdin cevap ünvan ile yaktın sinem sûzan ile
Bülbül senin gülşen senin yar yar aman aman
Aşıkınam hayli zaman dil muntazır teşrifine gel aman aman

20 Ekim 2011 Perşembe

Dinle Sana Bir Nasihat Edeyim

Dinle sana bir nasihat edeyim
Hatırdan gönülden geçici olma
Yiğidin başına bir hal gelirse
Onu yad ellere açıcı olma


Mecliste arif ol kelamı dinle
El iki söylerse sen bir söyle
Elinden geldikçe sen iy'lik eyle
Katı yükseklerde uçucu olma


El ariftir yoklar senin fendini
Dağıtırlar tuzağını bendini
Alçaklarda otur gözet kendini
Katı yükseklerde uçucu olma


Pir Sultan Abdal'ım sözüm başarır
Aşkın deryasını boydan aşırır
Seni bir mecliste hacil düşürür
Kötülerle konup göçücü olma

http://salimsaracer.blogspot.com/2011/07/dinle-sana-bir-nasihat-edeyim.html

19 Ekim 2011 Çarşamba

Yar Kasidi


Şehriyar 1 ediker18

Sen Yarimin gasidisen
Eyleş sene çay demişem

Hıyalını gönderipdi
Bes ki men ah vay demişem

Ah..geceler yatmamışam
Men sene lay lay demişem

Sen yatalı men gözüme
Ulduzları say demişem

Herkes sene ulduz deye
Özüm sene ay demişem

Senden sonra heyata men
Şirindise zay demişem

Her gözelden bir gül alıp
Sen gözele pay demişem


Senin gün tek batamağıvı
Ay batana tay demişem


Gah toyuvu yada salıp
Men deli nay nay demişem


Sonra yene yasa dalıp
Ağları hay hay demişem


Etek dolu derya kimi
Göz yaşıma çay demişem

Ömre süren men gere gün
Ah demişem..vay demişem

10 Ekim 2011 Pazartesi

“Aşk, muhabbet, dostluk gibi hususların cümlesi vefâya bağlıdır ve dâimâ vefâlı olan kimseyi arar. Bunlar, vefâsız bir gönle aslâ yaklaşmaz.

Kalem; «Vefânın karşılığı vefâ; cefânın karşılığı da cefâdır.» diye yazmış ve mürekkebi de kurumuştur.

Bir pâdişah, kendisine hâinlik eden kimse oğlu bile olsa onun başını gövdesinden ayırıverir. Fakat bir Hintli köle pâdişaha vefâ gösterirse, gönüller o köleye iltifatta bulunur, onu takdir eder… Onun gördüğü îtibârı, yüzlerce vezir göremez.

Köle de ne ki; eğer bir kapıda vefâlı olan köpek dahî olsa, sâhibinin gönlünde o köpeğe karşı yüzlerce râzılık, yüzlerce memnûniyet duygusu yeşerir; sâhibi o köpeği muhabbetle okşar…”

Hz. Mevlâna Celaleddin-i Rumî (k.s.)

1 Ekim 2011 Cumartesi

Öyle ser-mestem ki idrâk etmezem dünyâ nedür



Öyle ser-mestem ki idrâk etmezem dünyâ nedür

Men kimem sâkî olan kimdür mey û sahbâ nedür

Gerçi cânândan dil-i şeydâ içün kâm isterem

Sorsa cânân bilmezem kâm-ı dil-i şeydâ nedür

Vasldan çün aşık-ı müstâğni eyler bir visal

Aşıka maşukdan her dem bu istiğnâ nedür

Hikmet-i dünyâ vü mâfiha bilen arif degül

Arif oldur bilmeye dünyâ vü mâfiha nedür

Ah u feryâdun Fuzûlî incidübdür âlemi

Ger belâ-yı ışk ile hoşnûd isen gavga nedür


-------

kâm : Far. k¥m a. (kâ:m) esk. 1. Dilek. 2. Zevk, mutluluk, tat

sermest : Far. ser + mest sf. esk. Sarhoş.

Sahba : Köken: Ar. Söyleyiş: (sahba:) Cinsiyet: Kız
1. Al, kızıl. 2. Şarap, özellikle kırmızı şarap.

şeyda : Far. şeydâ: deli; mecnun

Şeyda : Köken: Far. Söyleyiş: (şeyda:) Cinsiyet: Kız
Sevda nedeniyle aklını yitirmiş, çılgın.
Cinsiyet: Erkek
Sevda nedeniyle aklını yitirmiş, çılgın.

*istiğnâ:kendini uzak tutma, çekinme, nazlanma.

*Müstağni : Minnetsiz. tenezzül etmeyen. kanaatkar. nazlı davranan.
mâfiha : ahiret, öbür dünya.

20 Eylül 2011 Salı

Rubâiler'den

''Ne aşağıda, ne yukarıda olmayan ay, acaba nerededir? Ne bizsiz, ne de bizimle olan değerli nesne, nerededir? Sakın, orada, burada deme! Bütün alem onun kudretiyle, sanatıyla doludur. Ama gören nerede?''

(Rubailer/107)

Nomen'den

1063. Dilersen akik ol, elmas ol! Dilersen kerpiç ol, taş ol!

Müstef'ilün, Müstef’ilün, Müstef'ilün, Müstef’ilün.
(c.V, 2134)

• Dünyada böyle bir ay, böyle büyük bir varlık olamaz. Ey gönül aksak yürü, inada kalkışma! Beni savaşla korkutuyorsun. Haydi savaş bakalım, savaş!

• Biz ebediyet şarabı içmiş, Hakk sevgisi ile mest olmuş kişileriz. Sen ise akıllısın, hünerlisin; tanınmak istiyorsun, şöhret peşinde koşuyorsun.

• Sevgilinin aşkı ile can ver! Bu varlık, benlik dövüşü aşksız çözülmez. Ey ruh, burada mest ol! Ey akıl, sen de burada topalla!

• Onun aşk ayranına düşmüşsün. Zâten sen onun aşkından doğmuşsun. Esirsen yüzlerce fersah ileriye koş; bu puttan, bu güzelden kurtulmana imkân yok. (Eski insanların kullandıkları "Fersah" mesafe, bugünün beş kilometrelik bir mesafesidir.)

• Mümin isen o seni aramadadır. Kâfir isen seni imana çağırmadadır. İstersen bu tarafa git, sıddık ol, doğru bir insan ol. İstersen o tarafa git, firenk ol, sapık ol!

• Gözün onun bağında bahçesinde kalmış. Kulağın onun tatlı sözlerinde. Sen onun gelirine, ihsanına dal, bal arısı gibi ol! Onun hurma fidanına sarıl, salkım salkım meyve ver! İnsanlara yararlı ol!

• Gökyüzünün beli bükülmüş, onun okuna yay olmuştur. Su onun emrine uymuş çağlayarak denize doğru koşmadadır. Doğru isen git bir eren ol! İnsanca doğru yürümesini bilmiyorsan, eğri büğrü gidiyorsan, yengeç ol!

• Onun yüce, geniş bir ülkesi var. Nasıl olursan, ne olursan ol sen ona lâzımsın. Dilersen akîk ol, la'l ol, elmas ol! Dilersen kerpiç ol, taş ol! O büyük ülkeye o da lâzım, bu da.

• Lâ'l isen de gel, taş isen de gel, onun belâ seline düş, yuvarlana yuvarlana onun "Ehâdiyyet" (=birlik) denizine doğru koş, koş da ilâhî aşkla çırpınıp duran aşk denizine misafir ol!

• Bu deniz Hızır(a.s.)'ın âb-ı hayatına benzer. Ne kadar içersen iç eksilmez. O denizin suyu eksilirse, senin gönlün de o zaman daralsın, senin canın sıkılsın.


Divan-ı Kebir den Seçmeler – Şefik Can – Cilt 3

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Can

Candır zorum
Candır derdim
Cana uzatmışım elimi
Mal tükenir, can tükenmez
Dostlar, canı bölüşelim
Ve ölüm kapıya gelende
Yağma olmuş bulsun canı

Bedri Rahmi Eyüboğlu
Bir tutam mavi sh.178

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Derd-i Firakın İle Düşeli Sevdaya Mey'e



Derd-i firakın ile düşeli sevdaya mey'e
Müptelayım, deliyim, düşmüşüm esrarı-ney'e
Feleğin kahpe başında paralansın parası
Ben güzel sevmeye geldim, değil ekmek yemeye

Neyzen Tevfik


1039. Gönüldeki duyguların gönülde uzun zaman kalmaması gerekir.


Fâ'ilâtün, Fâ'ilâtün, Fâ'ilâtün, Fâ'ilât
(c. V, 2125)

• Bence mekândan, yâni bu dünyadan göçmek, yolculukların en hayırlısıdır. Çünkü mekânlar, mekânsızlık âleminin perdeleridir.

• Mekânlar, su gibidir, mekânsızlık ise, tatlı bir denizdir. Duru su, çukur yerlerdeki gölcüklerde durursa; bir yere akmasa, kokar, pislenir.

Gönüldeki duyguların da gönülde uzun zaman kalmaması gerekir. Bu yüz dendir ki, duyguları, düşünceleri söyleyişte, anlayışta gönüI için bir boşalma bir ferahlık vardır. Bu hâl gönülde bulunan mahpus bir kuşun uçmasına benzer. Fakat, ey gönlümün kuşu gizlice uç; göz önünde apaçık uçma!

• Tavuklar avlunun içinde yeme doğru uçuşurlar, kuşlar kurtulmak içib havalanırlar, uçup giderler.

• Ey genç! Bu uçuşlar arasında fark vardır. Biri alçaklığa uçuş, öbürü cennetlere uçuştur.

• Bu iki uçuşta da, ilk önce bir zevk vardır. Fakat denenince, sıkıntılar başlatınca, aradaki fark meydana çıkar.

Divan-ı Kebir den Seçmeler – Şefik Can – Cilt 3

1 Ağustos 2011 Pazartesi

1015. Duayı tatlılaştır; dua, ağzımıza süt gibi, bal gibi tatlı gelsin!

Müstef'ilün, Fe'ûlün, Müstef'ilün, Fe'ûlün
(c. IV,203~)

• Önce, bizi adam et, aşka lâyık bir kişi haline getir! Sonra, bize şarap sun; kadehi durmadan döndür!..

• Ey can; bizden, bizim hizmetimizden ne çıkar? Mademki binayı sen kurdun, onu yine kendin tamamla!

• Bizim selâmet evimizi melâmet evi yaptın; melâmet evimizi de selâmet evi yap!

• Bu aşk yolu, sonsuzdur, uzundur! Onu, sonsuz lûtfunla kısalt, iki adımlık yol yap!

• Bizi, nefs-i emmâreye esir ettin fakat, kötülüğü emreden nefsin de emîri sensin; sen, bizi emîr yap da, onu bize kul et!

• Herkese ait olan lûtuflarını has kullarına nasip ettin! Bugün de, has kullarına ihsan ettiğin lûtufları herkese, bütün kullarına lûtfet!

• Her zerreye, lûtfunla, bir başka güneş ver; lûtuf ve ihsan güneşini, herkese tam olarak ver!

• Duayı bize tatlılaştır; dua, ağzımıza süt gibi, bal gibi tatlı gelsin! "Âmin!" diyene de lûtfet, onu herkesin iyiliğini ister bir hale getir!

Divan-ı Kebir den Seçmeler – Şefik Can – Cilt 3

29 Temmuz 2011 Cuma

Kani Karaca - Olmaz ilaç sine-i sadpareme

ÜZÜLME

"Kaybolan Yusuf döner gelir Kenan'a;

Üzülme.

Bir gün döner hüzünler kulübesi gül bahçesine;

Üzülme.





Ey gamlı gönül;

İyileşirsin nasıl olsa.

Getirme aklına kötü şeyler.

Bu perişan başın da gelir hale yola,

Üzülme.





Ey güzel sesli bülbül;

devam edersen çimen tahtında kalmaya,

yine başına çiçekten güneşlik takarsın;

Üzülme.





Şu kısa ömrümüzde felek

dönmezse bir iki gün muradımızca,

gerçekleşmezse arzularımız,

devam etmez ya bu hep böyle;

üzülme.



Umutsuzluğa kapılırım deme!

Gayb âleminin sırlarını bilmiyorsun çünkü.

Perde arkasında,

nice gizli oyunlar var.

Üzülme.



Hey gönül;

söküp götürse de yokluk seli varlığımızı,

Üzülme.

Nuh gibi kaptanın var;

Üzülme.







Batarsa deve dikenleri her yanına

Giderken Kâbe yolunda

Üzülme.







Olsa da konak yerleri tehlikeli,

Olsa da menzilin uzak,

bitmeyen yol yok,

Üzülme.







Bir yanda dosttan ayrılığın acısı,

Bir yanda rakîbin rahatsız edişleri.

Biliyor bunların tümünü

halleri değiştiren Tanrı.

Üzülme.





Ey Hâfız,

Düşmüyorsa dilinden dua, Kur'ân,

Çekilmişken fakr köşesine, halvete,

gerçekleşecek arzuların;

Üzülme,

üzülme,

üzülme.

14 Temmuz 2011 Perşembe

Küheylan

Uçurumun ağzından uçurum kıyısınca
Kamçıladığım bu at dört nala koşturuyor
Hava dar geldi bana göğsüme sığmaz oldu
Yudum yudum icime çekiyorum rüzgarı

Sanki kelle koltukta gidiyorum, coskuyla
Sanki gözlerim açık ölümcül bir yoldayım
Biraz yavaşlasa ya Dirense ya kamçıma
Keyifle yaşıyayım Şarkımı bitireyim

Uçurumun ağzında durabilseydi biraz
Doya doya su vermek isterdim küheylana

Şafakta, kar üstünde, dört nala bir kızakta
Fırtınaya kapılmış, gidiyorum ölüme
Acelem ne, yavaşça götür beni küheylan
Bu son yolculuğumda yol biraz uzun sürsün.

Yavaş ol küheylanım
Kamçıyı duymazdan gel
Keyifle yaşıyayım
Şarkımı bitireyim

Uçurumun ağzında durabilseydi biraz
Doya doya su vermek isterdim küheylana

Tanrı’yla buluşurken O’nu bekletmek olmaz
Şarkısı kin tutmasın ölüm meleklerinin
Ey küçük çam ağlama yolumun üzerinde
Yavaş götürsün diye atıma kızmıyorum.

Uçar gibi giidiyor
Sözümü dinlemiyor
Deli bir küheylan bu
Şarkım yarıda kaldı

Oysa o uçurumda biraz soluk almalı
Kana kana su içip durmalıydı küheylan.


© Nikolay Kopil + M.Ş.Onaran. Çeviri, ?

http://www.wysotsky.com/1055.htm?1

İnsanlık öldü

Nihayet insanlık öldü. Haber aldığımıza göre,uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık,dün hayata gözlerini yummuştur. Bazı arkadaşlarımız önce bu habere inanmak istememişler ve uzun süre,’yahu insanlık öldü mü?’ diye mırıldanmaktan kendilerini alamamışlardır. Bu nedenle gazetelerinde,’insanlık öldü mü?’ ya da ‘insanlık ölür mü?’ biçiminde büyük başlıklar yayımlamakta yetinmişlerdir. Fakat acı haber kısa zamanda yayılmış ve gazetelere telefonlar,telgraflar yağmıştır;herkes,insanlığın son durumunu öğrenmek istemiştir.

Bazıları bu haberi bir kelime oyunu sanmışlarsada,yapılan araştırmalar bu acı gerçeğin doğru lduğunu göstermiştir. Evet,insanlık artık aramızda yok. İnsanlıktan uzun süredir ümidini kesenler,ya da hayatlarında insanlığın hiç farkında olmayanlar bu haberi yadırgamamışlardır. Fakat,insanlık aleminin bu büyük kaybı,birçok yürekte derin yaralar açmış ve onları ürkütücü bir karanlığa sürüklemiştir;o kadar ki,bazıları artık insanlık olmadığına göre bir alemden de söz edilemeyeceğini ileri sürmeğe başlamışlardır.

Bize göre,böyle geniş yorumlarda bulunmak için vakit henüz erkendir. İnsanlık artık aramızda dolaşmasa bile,hatırası gönüllerde her zaman yaşayacak ve çocuklarımız bizden,bir zamanlar insanlığın olduğunu,bizim gibi nefes alıp ıztırap öektiğini öğreneceklerdir. İnsanlığın güzel ve çekingen yüzünü ben de görür gibi oluyorum. Zavallı insanlık kendini belli etmeden sokaklarda dolaşır ve insanlık için bir şeyler yapmaya çalışanları sevgiyle izlerdi. Bugün için insanlık ölmüşse de,onun ilkeleri akıllara durgunluk verecek bir canlılıkla aramızda yaşamaya devam edecektir.

İnsanlıktan paylarını alamayanlar için zaten bir ölüydü;onun bu kadar uzun yaşamasına şaşılıyordu. Yıllarca önce küçük bir kasabada dünyaya gelen insanlık,dünya savaşlarından birinde,çok rutubetli bir siperde göğsünü üşütmüş ve aylarca hasta yatmıştı. Bu olaydan sonra,hastalığın izlerini bütün ömrünce ciğerlerinde taşıyan insanlık,önce ki gece sabah karşı nefes alamaz olmuş ve gösterilen bütün çabalara rağmen gün ağarırken doktorlar,insanlıktan ümitlerini kesmek zorunda kalmışlardır.

Doğru dürüst bir tahsil göremeyen ve kendi kendini yetiştiren insanlık hiç evlenmemişti. Küçük yaşta öksüz kalan insanlığa,doğru dürüst bir mirasta kalmamıştı;bu yüzden sıkıntılarla geçen hayatı boyunca insanlık,başkalarının yardımıyla geçinmeğe çalışmıştı. İnsanlığın ölümüyle ülkemiz,boşluğu doldurulması mümkün olmayan bir değerini kaybetmiştir. Gazetemiz,insanlığın yakınlarına baş sağlığı ve sonsuz sabırlar diler. Not: merhumun cenazesi,önce,uzun yıllar yaşamış olduğu hürriyet caddesinden geçirilecek ve ölümüne kadar içinde barındığı ümit apartımanı bodrum katında yapılacak kısa ve sade törenden sonra toprağa verilecektir

Oguz Atay - Tehlikeli Oyunlar

Yahya Kemal Beyatlı

RİNDLERİN AKŞAMI


Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç;

Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç!

Cihâna bir daha gelmek hayâl edilse bile,

Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.

Geniş kanatları boşlukta simsiyâh açılan

Ve arkasından güneş doğmıyan büyük kapıdan

Geçince başlıyacak bitmeyen sükûnlu gece.

Gurûba karşı bu son bahçelerde, keyfince,

Ya şevk içinde harâb ol, ya aşk içinde gönül!

Ya lâle açmalıdır göğsümüzde yâhud gül.


RİNDLERİN HAYATI



-Halide Edib'e, sanatta ve fikirde ulvî varlığına derin hürmetle.



Bazen kader, gelen bora hâlinde zorludur ;

Dağlar nasıl bakarsa siyâh ufka öyle bak.

Ba'zan da cevreden nice bir âdem oğludur,

Görmek değil düşünmeğe bigâne kal! Bırak!



Dindâr adam tevekkülü, rikkatle, herkese

İsa'yı çarmıhında, uzaktan, hatırlatır.

Bir arslan esniyor gibi engin vakar ise

Rind'in belâya karşı kayıtsızlığındandır.


RİNDLERİN ÖLÜMÜ


Hâfız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış;

Yeniden hergün açarmış kanayan rengiyle,

Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış

Eski Şiraz'ı hayâl ettiren âhengiyle.



Ölüm âsûde bahar ülkesidir bir rinde;

Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter,

Ve serin serviler altında kalan kabrinde

Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.

Yenikapı Mevlevîhanesi

12 Temmuz 2011 Salı

JÜLİDE SEZEN -- Rüzgar Uyumuş Ay Dalıyor Her Taraf Issız



Makâm : Acemkûrdî
Usûl : Yürük Semâî
Bestekâr : Refik Fersan
Güftekâr : Cenâp Muhittin Kozanoğlu

Rûzgâr uyumuş, ay dalıyor, her taraf ıssız
Ölgün bakıyor varsa uzak bir iki yıldız
Gel çıt bile yok korkma benim bahçede yalnız
Ey gözlerinin rengi kadar kalbi güzel kız...