20 Mart 2012 Salı

Şu yıkık gönül köyünü Bağdad şehriyle bile değişme!


1168. Şu yıkık gönül köyünü Bağdad şehriyle
bile değişme!
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün
(c. V. 2284)

• Sen, bizi yâd etmesen bile zararı yok. Yeter ki sen bize şarap ver, şarap ver. Bugün neşe günüdür. Oturma, bize yardımda bulun, şarap ver!

• Seninle buluşma haberinin verdiği zevkle mest olarak geldim. Ben varlıktan geçmiş yokluk kılıcına kurban olarak gelmişim. Ben böyle değilsem, beni neşelendirme, beni hiç sevindirme!

• Hocam! Sen irfan sahibisin, sen her şeyi anlarsın, bilirsin. Devlet davulunu da çalmışsın. Can kâmili, can olgunu olmuş, gelmişsin. Artık elini üstâda verme, artık senin üstâda ihtiyacın yok.

• Haberin var mı? Senin dertlerle, kederlerle harap olmuş, yıkılmış gönlünde, Hakk'ın gizli bir hazinesi vardır. Aklını başına al da, şu yıkık gönül köyünü, Bağdad şehri ile bile değişme!

• Allah'a yemin ederim ki, senin şu karanlık gecen, yüzlerce gündüzden daha iyidir. Geceyi verme, gündüzü arama!

• İki dünyada da Allah'tan başka gerçek, sadık devlet yoktur. Senin her neyin varsa, sakın, ondan başkasına verme, varını yoğunu ancak ona ver!

• Sen, şu beden çadırının içinde yaşıyorsun. Ama şunu iyi bil ki, bu çadırın içinde çadır kuranla beraber yaşıyorsun. Sakın gönül ipini, çadırın karanlığından başkasına bağlama!

• Ey can sâkîsi! Ömrünü sözle harcama, aşk yetimlerinin malını yeme de sonunda feryâda başlama!

• Ey yeşillikte, lâlelikte yaşamış, uyumuş güzel; uyan, kalk, kalk da şarabı, Allah sevgisiyle mest olanlardan başkasına verme!

• Hem sen sensin, hem sen benim. Benim yurdumdan hiç gitme! Sen kuşsun. Ben de yavruyum. Kıymet bilmez ham kişilere verme!

• Kendine rehin olmuş, kendine bağlanmış kişinin bilgisine kulak asma! Hünerine değer verme, senin bildiğin sana yeter. O şundan şuna nakledilerek gelen sözlerle fikrini yorma!

• Sen benlik dağını delenlere, pâdişahlar, pâdişahısın . Elinde ağır, sağlam bir aşk külüngü var. Onu, Ferhat'tan başkasına verme!


Divan-ı Kebir den Seçmeler – Şefik Can – Cilt 3

18 Mart 2012 Pazar

Şarabı kadehe doldur;




1165. Şarabı kadehe doldur;
düşüncenin boynunu vur!
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün
(c. V. 2283)

• Benim güzel yüzlü, kutlu yüzlü sâkim! O nar renkli kadehi sun, benim hatırım için vermiyorsan, bâri sevgilinin hatırı için ver!

• Gönül alan sâkî sensin, hastalara derman sensin! Neşenle insanı mest edersin. Çünkü sen, neşe şarabısın. Şifâ ilacısın, acele aşk hastalarına kadehi sun!

• Şarabı kadehe doldur, düşüncenin boynunu kes! Ey sevgili! Sakın gönlümüzü kırma, sen bize şarap ver!

• Kapalı olan meyhaneyi aç, şu gürültüyü, şu kavgayı bırak! Şaraba susamış sâkiye meyhanecinin küpünden şarap ver!

• Sen baharın da, yeşilliklerin de canısın. Selviye de yasemine de parlaklığı sen verirsin. Ey kurnaz sevgili! Bahaneler etme, sen bize şarap ver!

• Hile yoluna sapar da mest olanların elinden kaçarsan, düşmanımız sevinir. Kör olsun düşman, sen bize kadeh ver!

• Gam verme, âh ettirme, neşeden başkasına yol gösterme! Âh ediş yol bulamamaktandır. Sen bize yolu aç, yükümüzü de ver! Biz gidelim. Sana yük olmayalım.

• Hepimiz de kavuşma mahmuruyuz. Sonsuzluk kadehine susamışız. Hırkayı, sarığı sâkiye rehin olarak ver!

• En eski susuz benim. Gönlü, göğsü yanan benim. Kadehi ve kâseyi kır! Bize ölçüsüz yol bul, şarap ver!

• Zâten ay da sensin, ay ışığı da sen! Ben, şu aşk ırmağının balığıyım. Balık ay'a ulaşamaz. Şu halde ay'dan bana gelir ver!

Divan-ı Kebir den Seçmeler – Şefik Can – Cilt 3

23 Şubat 2012 Perşembe

AMENTÜ GEMİSİ



"Bu ne âmentü gemisiydi ki yürümezdi
vav'lar soluya soluya kürek çekti
Hz. Ali'nin yüreği titredi
"yâ Hak" okunu gerdi
"yâ Hak" oku varıp yüreği deldi
"âh mine'l aşk" dedi
gözlerinden yaşlar indi
vardı geminin altına erişti
amentü gemisi yürüdü gitti"

28 Ocak 2012 Cumartesi

Evrah-ı Ezelde


Ervah-ı ezelde levh-i kalemde
Bu benim bahtımı kara yazmışlar
Bilirim güldürmez devr-i alemde
Bir günümü yüz bin zara yazmışlar.

Gönül gülşeninde har oldu deyû
Hasretlik ismimde var oldu deyû
Sevdiğim, sevdiğin pîr oldu deyû
Erbab-ı garezler yare yazmışlar.

Dünyayı sevenler velî değildir 
Canı terk edenler deli değildir
İnsanoğlu gamdan hâli değildir
Her birini bir efkâra yazmışlar

Nedir bu sevdanın nihayetinde
Yâdlar gezer yârin vilayetinde
Herkes diyârında muhabbetinde
Bilmem bizi ne civara yazmışlar

Arif bilir aşk ehlinin hâlini
Kaldırır gönlünden kîl-ü kavlini
Herkes dosta yazmış arz-ı hâlini
Benimkini rüz-i gâra yazmışlar

Olaydım dünyada ikbâli yaver
El etsem sevgilim acep kim ne der?
Bilmem tecelli mi, yoksa ki kader
Beni bir vefasız yâre yazmışlar

Yazanlar Leyla vü Mecnûn kitabın
Sümmâni'yi bir kenara yazmışlar...

Âşık Sümmanî






5 Ocak 2012 Perşembe

Âteş-i Dilden Özge




Hâsılım yoh ser-i kûyunda belâdan gayrı 
Garazım yoh reh-i aşkında fenâdan gayrı 

Ney-i bezm-i gamem ey âh ne bulsan yele ver 
Oda yanmış kuru cismimde hevâdan gayrı

Yetti bîkesliğim ol gaayete kim çevremde 
Kimse yoh çevrile girdâb-ı belâdan gayrı


Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge 
Ne açar kimse kapım bâd-i sebâdan gayrı 


Bezm-i aşk içre Fuzûlî nice âh eylemeyen 
Ne temettu bulunur bende sadâdan gayrı 


FUZÛLÎ




(Günümüz Türkçesiyle)



Senin sokağının başında beladan başka elde ettiğim bir şey yok
aşkının yolunda yok olmaktan başka da bir amacım yok.


Ey ah! Gam (hüzün) meclisinin ney'iyim, 
Yanmış vucudumdan gayri, ne bulursan yele ver 

Kimsesizliğim o dereceye vardı ki, çevremde
bela girdabından başka dönen kimse yok


Bana, ne gönül ateşinden başka kimse yanar,
ne de tan yelinden başka kimse kapımı açar


Fuzûlî! Aşk meclisinde nasıl ah etmeyeyim? 
bende sesten başka ne kâr bulunur.

2 Ocak 2012 Pazartesi

Gönül elden gidiyor, ey gönül sahipleri....



Gönül elden gidiyor, ey gönül sahipleri. Allah için yardım edin. Yazıklar olsun, gizli dert açığa çıkacak!

Gemimiz oturmuş, hareketten kalmış. Ey muvaffık rüzgâr kalk,es. Belki aşina sevgilinin yüzünü bir daha görürüz.

Dostum, feleğin on günlük sevgisi masaldan ibarettir. Dostlara iyilik etmek için şu on günlük fırsatı ganimet bil!

Bülbül dün gece gül ve şarap meclisinde, sarhoşlar; uyanın... sabah şarabını getirin diye ne güzel de şakıdı...

İskender'in aynası şarap kadehidir: Bir bak da sana Dara saltanatının akıbetini göstersin.

Ey kerem ve ihsan sahibi, selamettesin, sağ ve esensin. Buna şükret de yoksul biçareyi bir günceğiz olsun sor, soruştur!

İki cihanın da istirahatı, şu iki sözün tefsirinden ibarettir: Dostlara mürüvvet, düşmanlarla geçim!

Bize iyi ad, san kazanma civarına yol vermediler: Beğenmiyorsan takdiri değiştir!

Zahidin "kötülüklerin aslı" dediği o üzüm suyu yok mu... bize kız oğlan kızları öpmeden daha hoş, daha tatlı!

Elin daraldığı vakit, yoksulluğa düştüğün zaman içmeye, sarhoş olmaya çalış. Çünkü bu varlık kimyası, yoksulu Karun yapar.

Serkeşleğe kalkışma sakın. Avucunda mermeri bile balmumu gibi eriten sevgili gayrete gelir, kıskanır da seni mum gibi yakar, yandırır.

Farsça söyleyen güzeller, adamın ömrüne ömr katarlar; Saki, zahit rintlere müjde ver!

Ey eteği temiz şeyh, bizi mazur gör. Hafız, bu şaraba bulaşmış hırkayı kendiliğinden giymedi ya!

Hafız-ı Şirazî

31 Aralık 2011 Cumartesi

Bir Verd-i Rana

Hamamîzâde Ismail Dede Efendi



Bir verd-i rânâ ettim temâşâ
Dil sende hala ah dilsitanım
Kışmıri dilber, şirin-u esmer
Keysusu anber, ah dilsitanım
...

Makam: Ferahfeza
Solist: Mustafa Doğan Dikmen

21 Aralık 2011 Çarşamba

Kimya-yı Saadet: Kalp Alemi


Kalb âleminin insanı şaşkına çeviren sonsuz halleri vardır. Zaten kalbin üstünlüğü, şaşılacak hallerinin herşeyinkinden çok fazla olmasından ileri gelir. Birçok insanın bu hallerden haberleri yoktur. Kalb iki sebeple üstündür: Birinci ilim, ikincisi kudret. İlim sebebiyle üstünlük iki kısımdır. Birini herkes bilir. İkincisini ise biraz daha örtülü olduğu için herkes bilmez ve birincisine göre daha üstündür. Birincisi zahiridir. Bütün ilim ve sanatları bilir. Kitaplarda olan matematik, astronomi ve şeriat gibi bilgileri okur ve öğrenir. O, bölünmeyen bir şey olup bütün ilimleri kendisinde bulundurur. Bütün âlem onda sahrada bir kum gibi kalır. Bir anda düşünce ve hareketleriyle yerden göğe çıkar, doğudan batıya gider. Yeryüzünden göğü ölçer, yıldızların büyüklüğünü bilir. Denizin dibinden balığı anlayıp çıkarır, kuşu vurup havadan indirir. Fil, at ve deve gibi birçok güçlü hayvanı emrinde çalıştırır. Bütün bu ilimleri beş duyu organı vasıtasıyla öğrenir. Bunlar meydandadır, herkes anlayabilir. Asıl şaşılması gereken durum kalbin içinde, bey duyu organı vasıtasıyla varlığını bildiğimiz bir cisim âlemi olduğu gibi bir de duygu organları ile hissolunamayan ruh âlemine bir pencerenin açılmış olmasıdır. Cisim ve madde âlemini insanların çoğu bilir. Zaten bu kısaltılmış ve sınırlıdır.


Kalbin içinde ruh âlemine açık bir pencerenin bulunduğunu gösteren delil iki çeşit ilmin mevcut olmasıdır: Birincisi uyku halidir. Uykuda iken duyu organları bir iş göremezken, içerdeki pencere açılır. Ruh âleminde ve Levh-i mahfuzda saklı olan, ilerde olacak şeyleri ya açıkça, hiçbir tabire lüzum kalmadan veya bir tabire ihtiyaç olacak şekilde bilir ve görür. İnsanlar zannederler ki uyanıkken herşey daha iyi bilinir. Halbuki herkes bilir ki uyanıkken duyu organları vasıtasıyla gaybı bilmek imkansızdır. Ancak uyurken olabilir. Uyku ve rüyanın gerçeğini ise bu kitapta anlatmamıza imkan yoktur.

Kalb ile Levh-i Mahfuz karşılıklı konmuş birer ayna gibidir. Karşılıklı konulan iki aynada birisindeki görüntü diğerine nasıl aksediyorsa, Levh-i mahfuzdaki görüntü de kalbe öyle yansır. Ancak bunun için kalbin saf olması, duygularından kurtulması ve Levh-i mahfuzla ilişki kurması gerekir.Kalb hislerle uğraştığı sürece, ruh âlemiyle iliş ki kuramaz.
(İmam-ı Gazali)

17 Aralık 2011 Cumartesi

Rindanelikle Neyi Kastediyor Her Kendisini Zahit Sanan?

"Ne gelirse Haktandır, şinanay yavrum şinanay nay" kastediliyor sanırım.


Halk hayatında izdüşümü ve nüktesi olmayan bir duruşun entellektüel hayatta gölgesi dahi okunmaz.

Zahit gölge olduğunu düşünmeyebilse, gölgesiz kalsa bile, rind halk olana gölge olduğunu bilir.

Halksız hakikat olduğunu düşünen insan uçukça uçar, rind halkın hayatta ve hayatla incelttiği üzerinde oynadığında, çalıştığında aklı başında ve kalbi göğüs kafesinde atarak hakikaten kanatlanır.

Kalp kafeste, akıl tastadır. Rind uçmayı sonsuzluk yaşantısı görür, kafesten çıkamadığını bile bile ve inkâr etmeden.

Rindi teneke kafese kapatmışlar, yine: "Evimdeyim!" demiş.

Zahit uyarur, rind hakikatten vazgeçemeyen uyurgezerdir.

Uyuyamayan, kendisine karşı uyanıksa rindin de zahididir.

http://mesneviyiokumak.blogspot.com/2011/12/rindanelikle-neyi-kastediyor-her.html

14 Aralık 2011 Çarşamba

Zülf Ber-bad...


Zülf Ber- Bad

Saçlarını rüzgarda savurma, beni berbad etme
Naz edip de varlığımı kökünden sökme

Şehre şöhret olma, beni divane edip dağlara düşürme
Şirin işvelerini gösterip beni Ferhat’a çevirme

Ellerle mey içme, ciğerim delip meyden kızıl kanatma
Yüzün benden çevirme, feryadımı göklere yükseltme

Zülfün döküp beni mahvetme, lülelerine mahkum etme
Çehreni o kadar güzelleştirip de beni berbad etme

Güller açsın yanağında, vazgeçeyim gülden
Boyunu göster de geçeyim servinin seyrinden

Dostken el olup beni kendimden geçirme
Ağyarın gamıyla gamlanıp beni kederlendirme

Zülfün döküp beni mahvetme, lülelerine mahkum etme
Çehreni o kadar güzelleştirip de beni berbad etme

Saçlarını rüzgarda savurma, beni berbad etme
Naz edip de varlığımı kökünden sökme.

(Hafız-i Şirazi Divanı; 316. Gazel)


Orjinali (Transkripte edilmiş)

Zolf bar bad medih ta nedehi berbadem
Naz bünyad mekon ta nekeni bünyadem

Mey mehor ba hame kes ta nehorem huni ciger
Ser mekeş ta nekeşed ser be felek feryadem

Zolf ra haelkı mekon ta nekoni der bendem
Turera tab made ta nadehi ber badem

Yari bigane meşu ta niberi ez hişem
Gam agyar mehor ta nekoni naşadem

Ruh ber efruz ke farğ keni ez bergü golem
Gaed ber efruz ke ez serv koni azadem

Şem'i her cem meşu verne besuzi mara
Yad e her kavm mekon ta nerevi ez yadem

Şuhreyi şehr meşo ta nenehem ser de kuh
Şure Şirin menoma ta nekoni Ferhadem

Rahm kon ber meni meskin o be feryadem res
Ta be ha ke dare asf naresad feryadem

Hafez ez curi tu haşa ki begardaned ruy
Men ez an ruz ki der bend to em azadem. 

                          Hafız-316. Gazel

8 Aralık 2011 Perşembe

Tebiri terkeyle takdir Hudâ'nındır


1 Tedbîrini terkeyle takdir Hudâ'nındır
Sen yoksun o benlikler hep vehm ü gümânındır
Birden bire bul aşkı bu tuhfe bulanındır
Devrân olalı devran erbâb-ı safânındır
Âşıkta keder neyler gam halk-ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz pîr-i mugânındır

2 Meyhâneyi seyrettim uşşâka matâf olmuş
Teklif ü tekellüften sükkânı muâf olmuş
Bir neş'e gelip meclis bî-havf u hilâf olmuş
Gam sohbeti yâd olmaz meşrebleri sâf olmuş
Âşıkta keder neyler gam halk-ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz pîr-i mugânındır

3 Ey dil sen o dildâra lâyık mı değilsin ya
Da'vâ-yı mahabette sâdık mı değilsin ya
Özrü nedir Azrâ'nın Vâmık mı değilsin ya
Bu gam ne gezer sende âşık mı değilsin ya
Âşıkta keder neyler gam halk-ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz pîr-i mugânındır

4 Mahzûn idi bir gün dil meyhâne i ma'nâda
İnkâra döşenmiştim efkâr düşüp yâde
Bir pîr gelüp nâgâh pend etti alel-âde
Al destine bir bâde derd ü gamı ver bâde
Âşıkta keder neyler gam halk-ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz pîr-i mugânındır

5 Bir bâde çek efzûn kap mecliste zeber-dest ol
Atma ayağın taşra meyhânede pâ- best ol
Alçağa akar sular pây-ı huma düş mest ol
Pür-cûş olayım dersen Gâlib gibi ser-mest ol
Âşıkta keder neyler gam halk-ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz pîr-i mugânındır

Seyh Galib




6 Aralık 2011 Salı

Ah Yine Neş’e-i Muhabbet



Makam  : Hicâz
Usul      : Yörük Semai
Bestekâr: Hammâmi-zâde İsmail Dede Efendi
Güftekâr: Bilinmiyor


SÖZLER
Yine neş'e-i muhabbet dil ü cânım etti şeydâ
Yine bezm-i ayş ü vuslat edip ehl-i aşkı ihyâ
Amân ey gül-i nihâlim beni eyle valsa şâyân
Sana cân ü dil fedâdır gönül andelib-i gûyâ

(Âh) O güzel başın için, o hilâl kaşın için
Gel gel âşık-ı nâlân, gel gel dil sana hayrân
Tenni tenni tennenni tennen
Gel gel kaşı kemânım, gel gel dilde nihânım.

30 Kasım 2011 Çarşamba

Yine Zevrak-ı Derunum Kırılıp Kenare Düştü

Yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenâre düştü
Dayanır mı şîşedir bu reh-i seng-sâre düştü

O zamân ki bezm-i cânda bölüşüldü kâle-i kâm
Bize hisse-i mahabbet dil-i pâre pâre düştü

Gehî zîr-i serde desti geh ayağı koltuğunda
Düşe kalka haste-i gam der-i lûtf-ı yâre düştü

Erişip bahâra bülbül yenilendi sohbet-i gül
Yine nevbet-i tahammül dil-i bî-karâre düştü

Meh-i burc-ı ârızında gönül oldu hâle mâ`il
Bana kendi tâli`imden bu siyeh sitâre düştü

Süzülüp o çeşm-i âhû dedi zevk-i vasla yâ hû
Bu değildi niyyetim bu yolum intizâre düştü

Reh-i Mevlevîde Gâlib bu sıfatla kaldı hayrân
Kimi terk-i nâm u şâne kimi it`ibare düştü

Şeyh Galib



1. Gene gönlümün gemisi parçalanıp kıyıya düştü. Bu gönül sırçadandır; taşlık bir yola düştü; dayanması kabil mi? (Gönül, sevgi denizinde dolaşırken taşlık bir yer olan ayrılık kıyısına düşüp parçalanan sırçadan bir gemiye benzetiliyor. Kırılıp yani parçalnıp kıyıya düşmesi aşkın ıztırapları yüzündedir. Zevrak, kayık demektir. Eskiden küçük zemzem şişelerine bu ad verilirdi. Bunlar çabuk kırılan camdan yapılırdı. Şair, burada gönlü bu pul şişe denen şişeye bentiyordu.)

2. Can meclisinde dilek kumaşları bölüşüldüğü zaman sevgi payı olarak bize bu parça parça olmuş bir gönül. düştü.

3. Gam hastası bazen eli (testisi) başının altında bazan da ayağı (kadehi) koltuğunda olduğu halde düşe - kalka sevgilinin lütûf kapısına gelip yıkıldı.

4. Bülbül bahara erişti ve gül sohbeti yenilendi; fakat tahammül nöbeti, sırası gene kararsız gönüle düştü.

5. Gönül, sevgilinin ayı andıran yanağının burcundaki (yıldız kümesindeki) beni sevdi; ona meyletti; bana kendi tâliimden bu kara yıldız düştü.

6. Sevgilinin o ceylan gözleri süzülerek kavuşma zevkine Ya Hû dedi. Ne yapayım? böyle olmamamlıydı; beklediğim bu değildi. Artık yolum bekleyişe düştü. " Yolum artık bekleme yoludur"

7. Galib, Mevlânâ'nın yolunda bu sıfatla yani Mevlevî olarak hayran kaldı. Halbuki, kimisi adını ve şânını terk etmek kaydına düştü; kimisi de itibar yoluna düştü.

14 Kasım 2011 Pazartesi

1090. Varlık âleminde asıl yaşayış, duyuş aşktır.


Mef'ûlü, Mefâ'îlü, Mefâ'îlü, Fe'ûlün


(c. V. 2265)


• Bugün dostla buluşma rüzgârı, mutlu olma rüzgârı esmededir. Bugün sevgi, verdiği sözde, ahdinde durmuş, vefâ göstermededir.


• Rakip gitmiş, artık sevgilinin yanında yok. Sevgili, düşmanın zahmetini çekmeden, âşıkların yalvarışlarını, yakarışlarını duymadadır.

• Ey gönül! Sana sevgili ile buluşma müjdesi, onunla birlikte şarap içme müjdesi veriyorum. Zaman senden neler aldı gitti ise, onların hepsini sana geri verecek.

• Şükürler olsun, düşman def' oldu gitti. Biz de şarap kadehi ile arkadaşız. Bizim neşeden yanaklarımız kırmızı; rakipse kör olmuş, yaslara girmiş.

• Ey sevgi! Ne mutlu sana, buluşma lûtfunda bulunarak kendini gösterdin. Senin canına canlar fedâ olsun. Zâten asıl cömertlik mal ile değil, can ile olur.

• Sevgili, haset edenlerin gönülleri hoş olsun diye, bize cefâ etti. Ama bugün onunla başbaşa kaldık da, o bizi methetmeğe başladı.

• O, öyle bir ay yüzlüdür ki; onun nûru, güneşin ışığından üstündür. Bugün onu gören kişi, güneşi kararmış görür.

• Bugün o, ay gibi olan yüzünden örtüyü kaldırdı. Onun nûru, güneşten de, aydan da, Zühre yıldızından da üstündür.

• Ayrılıktan ötürü ne rahat kalmıştı, ne de huzur. Bugün ise, yaşayışımız güzelleşti, tatlılaştı.


• Yeni ay, her zaman güneşten nûr alır. Bu ay ise; güneşe kendi nûrunu veriyor. Bu ay nasıl şaşılacak bir aydır.

• Ey gönül! Bu halden faydalan, Allah'a şükret! Sevgi sana şefik olmaya, acımaya başladı. Allah da seni seviyor, ne mutlu sana!

• Şu anda aşk ordusu tarafından esip gelen rüzgâr hoş bir edâ ile el attı, onun büklüm büklüm olan saçlarından bir büklümünü çözüverdi.


• Sevgi, bizim susuzluğumuzu gidermek için meclise geliyor. Kahvenin verdiği sarhoşluk ise, zaman gibi uzadıkça uzuyor, yeniden yeniye sarhoşluklar doğuruyor.


• Âşıkları rahatsız eden gam, şu anda kapının dışında kaldı. Damdan da aşağı indi.


• Bugün o, buluşma ihsân ediyor, şifâlar veriyor. Bugün ilâhî aşkla kendimizden geçtiğimiz için rükû' ediyoruz, secdelere kapanıyoruz.


• Sen bize o incelmiş kadehi gönül şifâsı olarak sun! Biz çoktan beri onun zevkinden mahrum kaldık.


• Ey insanlar! Aşka sarılın, onun çağrısına cevap verin. Ona gidin, onu bırakmayın. Çünkü, Allah aşka ölümsüzlük vermiştir.


• O uyumayan, dâimâ uyanık olan aşk, gökyüzünden, ötelerden gelen sevgi bugün gâfilleri, gönülleri uykuda olanları çağırıyor.


• Varlık âleminde asıl yaşayış, duyuş aşktır. Aşksız yaşayış, yaşayış değildir, kabuktur. ( Fuzûlî merhum; "Aşk imiş her ne varsa âlemde" demişti. Hz. Mevlâna da bir şiirinde: "Aşksız geçen ömrü, ömür sayma. Onu hiç hesaba katma."demişti. (Dîvân-ı Kebîr, 3-1129)

• Seni aşktan alıp, dünya sevgisine doğru çeken dost, iyice bil ki senin düşmanındır. O sana haset etmededir.

• Aşkta konuşma, aşktan bahsetme yoktur. Aşkı yaşamak vardır. Aşkta inlemek, gözyaşı dökmek vardır. Bu gözyaşları sana kâfidir.

• Sus, söyleme; hiç bir şey deme! Deme de aşkın ne olduğunu gözyaşı söylesin. Gönül yanmaya başlayınca öd ağacı gibi koku verir. ( Bir şairimiz ;"Sen hamûş ol, mâcerâyı, çesm-i giryân söylesin." (Sen sus baştan geçeni anlayan göz söylesin.) demişti.)


Divan-ı Kebir den Seçmeler – Şefik Can – Cilt 3



9 Kasım 2011 Çarşamba

Bir Şuh-i Sitemkâr


Bir şuh-i sitemkâr yine saldı beni derde
Koydu nitekim başımı bin türlü kederde
Ağlar gezerim her gece, her vakt-i seherde
Sevdim seveli terk edemem hayr ile şerde
Bir misl-i melek, zat-ı peri hüsn-ü beşerde


Gül bülbüle aşık mı nedir, zârını bekler
Pervane dahi yanmak için nârını bekler
Sevdalı gönül göz yorarak yarını bekler
Sevdim seveli terk edemem hayr ile şerde
Bir misl-i melek, zat-ı peri hüsn-ü beşerde

(Elazığ Türküsü)

Seslendiren: Erkan Ogur