28 Ocak 2012 Cumartesi

Evrah-ı Ezelde


Ervah-ı ezelde levh-i kalemde
Bu benim bahtımı kara yazmışlar
Bilirim güldürmez devr-i alemde
Bir günümü yüz bin zara yazmışlar.

Gönül gülşeninde har oldu deyû
Hasretlik ismimde var oldu deyû
Sevdiğim, sevdiğin pîr oldu deyû
Erbab-ı garezler yare yazmışlar.

Dünyayı sevenler velî değildir 
Canı terk edenler deli değildir
İnsanoğlu gamdan hâli değildir
Her birini bir efkâra yazmışlar

Nedir bu sevdanın nihayetinde
Yâdlar gezer yârin vilayetinde
Herkes diyârında muhabbetinde
Bilmem bizi ne civara yazmışlar

Arif bilir aşk ehlinin hâlini
Kaldırır gönlünden kîl-ü kavlini
Herkes dosta yazmış arz-ı hâlini
Benimkini rüz-i gâra yazmışlar

Olaydım dünyada ikbâli yaver
El etsem sevgilim acep kim ne der?
Bilmem tecelli mi, yoksa ki kader
Beni bir vefasız yâre yazmışlar

Yazanlar Leyla vü Mecnûn kitabın
Sümmâni'yi bir kenara yazmışlar...

Âşık Sümmanî






5 Ocak 2012 Perşembe

Âteş-i Dilden Özge




Hâsılım yoh ser-i kûyunda belâdan gayrı 
Garazım yoh reh-i aşkında fenâdan gayrı 

Ney-i bezm-i gamem ey âh ne bulsan yele ver 
Oda yanmış kuru cismimde hevâdan gayrı

Yetti bîkesliğim ol gaayete kim çevremde 
Kimse yoh çevrile girdâb-ı belâdan gayrı


Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge 
Ne açar kimse kapım bâd-i sebâdan gayrı 


Bezm-i aşk içre Fuzûlî nice âh eylemeyen 
Ne temettu bulunur bende sadâdan gayrı 


FUZÛLÎ




(Günümüz Türkçesiyle)



Senin sokağının başında beladan başka elde ettiğim bir şey yok
aşkının yolunda yok olmaktan başka da bir amacım yok.


Ey ah! Gam (hüzün) meclisinin ney'iyim, 
Yanmış vucudumdan gayri, ne bulursan yele ver 

Kimsesizliğim o dereceye vardı ki, çevremde
bela girdabından başka dönen kimse yok


Bana, ne gönül ateşinden başka kimse yanar,
ne de tan yelinden başka kimse kapımı açar


Fuzûlî! Aşk meclisinde nasıl ah etmeyeyim? 
bende sesten başka ne kâr bulunur.

2 Ocak 2012 Pazartesi

Gönül elden gidiyor, ey gönül sahipleri....



Gönül elden gidiyor, ey gönül sahipleri. Allah için yardım edin. Yazıklar olsun, gizli dert açığa çıkacak!

Gemimiz oturmuş, hareketten kalmış. Ey muvaffık rüzgâr kalk,es. Belki aşina sevgilinin yüzünü bir daha görürüz.

Dostum, feleğin on günlük sevgisi masaldan ibarettir. Dostlara iyilik etmek için şu on günlük fırsatı ganimet bil!

Bülbül dün gece gül ve şarap meclisinde, sarhoşlar; uyanın... sabah şarabını getirin diye ne güzel de şakıdı...

İskender'in aynası şarap kadehidir: Bir bak da sana Dara saltanatının akıbetini göstersin.

Ey kerem ve ihsan sahibi, selamettesin, sağ ve esensin. Buna şükret de yoksul biçareyi bir günceğiz olsun sor, soruştur!

İki cihanın da istirahatı, şu iki sözün tefsirinden ibarettir: Dostlara mürüvvet, düşmanlarla geçim!

Bize iyi ad, san kazanma civarına yol vermediler: Beğenmiyorsan takdiri değiştir!

Zahidin "kötülüklerin aslı" dediği o üzüm suyu yok mu... bize kız oğlan kızları öpmeden daha hoş, daha tatlı!

Elin daraldığı vakit, yoksulluğa düştüğün zaman içmeye, sarhoş olmaya çalış. Çünkü bu varlık kimyası, yoksulu Karun yapar.

Serkeşleğe kalkışma sakın. Avucunda mermeri bile balmumu gibi eriten sevgili gayrete gelir, kıskanır da seni mum gibi yakar, yandırır.

Farsça söyleyen güzeller, adamın ömrüne ömr katarlar; Saki, zahit rintlere müjde ver!

Ey eteği temiz şeyh, bizi mazur gör. Hafız, bu şaraba bulaşmış hırkayı kendiliğinden giymedi ya!

Hafız-ı Şirazî