30 Kasım 2011 Çarşamba

Yine Zevrak-ı Derunum Kırılıp Kenare Düştü

Yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenâre düştü
Dayanır mı şîşedir bu reh-i seng-sâre düştü

O zamân ki bezm-i cânda bölüşüldü kâle-i kâm
Bize hisse-i mahabbet dil-i pâre pâre düştü

Gehî zîr-i serde desti geh ayağı koltuğunda
Düşe kalka haste-i gam der-i lûtf-ı yâre düştü

Erişip bahâra bülbül yenilendi sohbet-i gül
Yine nevbet-i tahammül dil-i bî-karâre düştü

Meh-i burc-ı ârızında gönül oldu hâle mâ`il
Bana kendi tâli`imden bu siyeh sitâre düştü

Süzülüp o çeşm-i âhû dedi zevk-i vasla yâ hû
Bu değildi niyyetim bu yolum intizâre düştü

Reh-i Mevlevîde Gâlib bu sıfatla kaldı hayrân
Kimi terk-i nâm u şâne kimi it`ibare düştü

Şeyh Galib



1. Gene gönlümün gemisi parçalanıp kıyıya düştü. Bu gönül sırçadandır; taşlık bir yola düştü; dayanması kabil mi? (Gönül, sevgi denizinde dolaşırken taşlık bir yer olan ayrılık kıyısına düşüp parçalanan sırçadan bir gemiye benzetiliyor. Kırılıp yani parçalnıp kıyıya düşmesi aşkın ıztırapları yüzündedir. Zevrak, kayık demektir. Eskiden küçük zemzem şişelerine bu ad verilirdi. Bunlar çabuk kırılan camdan yapılırdı. Şair, burada gönlü bu pul şişe denen şişeye bentiyordu.)

2. Can meclisinde dilek kumaşları bölüşüldüğü zaman sevgi payı olarak bize bu parça parça olmuş bir gönül. düştü.

3. Gam hastası bazen eli (testisi) başının altında bazan da ayağı (kadehi) koltuğunda olduğu halde düşe - kalka sevgilinin lütûf kapısına gelip yıkıldı.

4. Bülbül bahara erişti ve gül sohbeti yenilendi; fakat tahammül nöbeti, sırası gene kararsız gönüle düştü.

5. Gönül, sevgilinin ayı andıran yanağının burcundaki (yıldız kümesindeki) beni sevdi; ona meyletti; bana kendi tâliimden bu kara yıldız düştü.

6. Sevgilinin o ceylan gözleri süzülerek kavuşma zevkine Ya Hû dedi. Ne yapayım? böyle olmamamlıydı; beklediğim bu değildi. Artık yolum bekleyişe düştü. " Yolum artık bekleme yoludur"

7. Galib, Mevlânâ'nın yolunda bu sıfatla yani Mevlevî olarak hayran kaldı. Halbuki, kimisi adını ve şânını terk etmek kaydına düştü; kimisi de itibar yoluna düştü.

14 Kasım 2011 Pazartesi

1090. Varlık âleminde asıl yaşayış, duyuş aşktır.


Mef'ûlü, Mefâ'îlü, Mefâ'îlü, Fe'ûlün


(c. V. 2265)


• Bugün dostla buluşma rüzgârı, mutlu olma rüzgârı esmededir. Bugün sevgi, verdiği sözde, ahdinde durmuş, vefâ göstermededir.


• Rakip gitmiş, artık sevgilinin yanında yok. Sevgili, düşmanın zahmetini çekmeden, âşıkların yalvarışlarını, yakarışlarını duymadadır.

• Ey gönül! Sana sevgili ile buluşma müjdesi, onunla birlikte şarap içme müjdesi veriyorum. Zaman senden neler aldı gitti ise, onların hepsini sana geri verecek.

• Şükürler olsun, düşman def' oldu gitti. Biz de şarap kadehi ile arkadaşız. Bizim neşeden yanaklarımız kırmızı; rakipse kör olmuş, yaslara girmiş.

• Ey sevgi! Ne mutlu sana, buluşma lûtfunda bulunarak kendini gösterdin. Senin canına canlar fedâ olsun. Zâten asıl cömertlik mal ile değil, can ile olur.

• Sevgili, haset edenlerin gönülleri hoş olsun diye, bize cefâ etti. Ama bugün onunla başbaşa kaldık da, o bizi methetmeğe başladı.

• O, öyle bir ay yüzlüdür ki; onun nûru, güneşin ışığından üstündür. Bugün onu gören kişi, güneşi kararmış görür.

• Bugün o, ay gibi olan yüzünden örtüyü kaldırdı. Onun nûru, güneşten de, aydan da, Zühre yıldızından da üstündür.

• Ayrılıktan ötürü ne rahat kalmıştı, ne de huzur. Bugün ise, yaşayışımız güzelleşti, tatlılaştı.


• Yeni ay, her zaman güneşten nûr alır. Bu ay ise; güneşe kendi nûrunu veriyor. Bu ay nasıl şaşılacak bir aydır.

• Ey gönül! Bu halden faydalan, Allah'a şükret! Sevgi sana şefik olmaya, acımaya başladı. Allah da seni seviyor, ne mutlu sana!

• Şu anda aşk ordusu tarafından esip gelen rüzgâr hoş bir edâ ile el attı, onun büklüm büklüm olan saçlarından bir büklümünü çözüverdi.


• Sevgi, bizim susuzluğumuzu gidermek için meclise geliyor. Kahvenin verdiği sarhoşluk ise, zaman gibi uzadıkça uzuyor, yeniden yeniye sarhoşluklar doğuruyor.


• Âşıkları rahatsız eden gam, şu anda kapının dışında kaldı. Damdan da aşağı indi.


• Bugün o, buluşma ihsân ediyor, şifâlar veriyor. Bugün ilâhî aşkla kendimizden geçtiğimiz için rükû' ediyoruz, secdelere kapanıyoruz.


• Sen bize o incelmiş kadehi gönül şifâsı olarak sun! Biz çoktan beri onun zevkinden mahrum kaldık.


• Ey insanlar! Aşka sarılın, onun çağrısına cevap verin. Ona gidin, onu bırakmayın. Çünkü, Allah aşka ölümsüzlük vermiştir.


• O uyumayan, dâimâ uyanık olan aşk, gökyüzünden, ötelerden gelen sevgi bugün gâfilleri, gönülleri uykuda olanları çağırıyor.


• Varlık âleminde asıl yaşayış, duyuş aşktır. Aşksız yaşayış, yaşayış değildir, kabuktur. ( Fuzûlî merhum; "Aşk imiş her ne varsa âlemde" demişti. Hz. Mevlâna da bir şiirinde: "Aşksız geçen ömrü, ömür sayma. Onu hiç hesaba katma."demişti. (Dîvân-ı Kebîr, 3-1129)

• Seni aşktan alıp, dünya sevgisine doğru çeken dost, iyice bil ki senin düşmanındır. O sana haset etmededir.

• Aşkta konuşma, aşktan bahsetme yoktur. Aşkı yaşamak vardır. Aşkta inlemek, gözyaşı dökmek vardır. Bu gözyaşları sana kâfidir.

• Sus, söyleme; hiç bir şey deme! Deme de aşkın ne olduğunu gözyaşı söylesin. Gönül yanmaya başlayınca öd ağacı gibi koku verir. ( Bir şairimiz ;"Sen hamûş ol, mâcerâyı, çesm-i giryân söylesin." (Sen sus baştan geçeni anlayan göz söylesin.) demişti.)


Divan-ı Kebir den Seçmeler – Şefik Can – Cilt 3



9 Kasım 2011 Çarşamba

Bir Şuh-i Sitemkâr


Bir şuh-i sitemkâr yine saldı beni derde
Koydu nitekim başımı bin türlü kederde
Ağlar gezerim her gece, her vakt-i seherde
Sevdim seveli terk edemem hayr ile şerde
Bir misl-i melek, zat-ı peri hüsn-ü beşerde


Gül bülbüle aşık mı nedir, zârını bekler
Pervane dahi yanmak için nârını bekler
Sevdalı gönül göz yorarak yarını bekler
Sevdim seveli terk edemem hayr ile şerde
Bir misl-i melek, zat-ı peri hüsn-ü beşerde

(Elazığ Türküsü)

Seslendiren: Erkan Ogur
                                  

2 Kasım 2011 Çarşamba

Ayrılık âh...

Canları hasret oduna yandırır,
Ayrılık, âh ayrılık, vâh ayrılık!
Lezzetinden âlemin usandırır,
Ayrılık, âh ayrılık, vâh ayrılık!

Görmez eyler ağlamakdan gözleri,
Hem sarartır soldurur gül yüzleri
Karanu eyler nice gündüzleri
Ayrılık, âh ayrılık, vâh ayrılık!

Ayrılık olur safâ yolunda sed
Nâr-ı hecre yakma-gıl Yâ Rab meded
Tamu odundan eşeddir eşedd;
Ayrılık, âh ayrılık, vâh ayrılık!

Yandırıp pervâneyi sûzân eden
Bülbül-i şûrîdeyi nâlân eden
Dilleri ma'mûr iken vîrân eden
Ayrılık, âh ayrılık, vâh ayrılık!


Aziz Mahmud Hüdâyî
(Divan; 11)